28 Ekim 2010 Perşembe

"Ma-yış-mak"

Mayışmak kelimesini merak etmekteyim bugün. Aradım ama genellikle "uyku gelme hali" olarak açıklamışlar. Onu ben de biliyorum da nerden gelmiş bu mayışmak?
Hani genelde her kelimenin bilinen bir kökü olur, yanına ek alır ya da iki kelime birleştirilir günümüze gelir vs. bu mayışmak kelimesinin tek eki mastar olsa gerek anlamlı tek bir açıklama bulamadım koca "word wide web"de. İşin özü biraz "saçma mantık"* yürüttüm. Olur ya bir gün konu olursa fikir sahibi olmak gerek.
İhtimal1: Bu en gerçekçi olanı. Mayalanmaktan gelir. Bir nevi mayalanmış hamur kıvamı almaktan türemiş bir sözcüktür.
İhtimal2: Bir şişe kırmızı şarap devirdikten sonra yaşanan, "Çakır Keyif" dediğimiz ruh haliyle bütünleşen uyumaya ihtiyaç evresidir. "Şarap= Mey" ve "-iş,-ış" fiilden fiil yapan mecburi ekimiz olmalı. Mastar da almış. Anlamsız olsa da bu bir teori.
İhtimal3: Bir websitede mayıs ayında yaşanan durum diye geçmiş. Eğer öyleyse anlam aramaya gerek yok demektir.

Bu halet-i ruhiye bana zaman kaybından başka fayda sağlamadı gecenin bir vakti. İçerdiği anlamı bilmesem de iş yerinde ayran içtikten hemen hemen bir kaç dakika sonra pençesine düştüğüm durumdur. Hataya zorlayıcı ve etkisini eve girmeden atamadığım adı geçen mayışmak, yatağıma uzanıp uykuya hazır olmamla terketmektedir. Sinir bozuculuk konusunda üstüne olmayan ve esnemekle oluşan "ağız kenarı yırtılmalarını" tehdit eden anlamsız kelime, yakın zamanda ayranla arama mesafe koymama neden olacaktır. Bilen birilerine sesleniyorum. Mayışmak nedir?

27 Ekim 2010 Çarşamba

"Bares vida." Immm...

Ana tema "Barış" olsun bugün. Herkes "Barış"tan konuşsun. O bile üstüne alınmasın hep adını tekrarlasın. Susmasın. Bitmesin. Kesilmesin sesi. Hep söylesin. Öyle güzel ki sesi, hiç sessizlik olmasın aramızda. Sessizlik oldu mu yalnızlık vardır çünkü. Bilirsiniz...
Cici kelimeler yazmak gelmiyor içimden bugün. Karabiberli "Milkshake" gibiyim bu aralar. Hayallerim benimle atışıyor sebepsiz. Aşktan uzak, aşka yakın. Metafiziksel olması daha bir çekilmez yapıyor anlayamayan öğrencilerle, anlaşılmayan öğretmen hayatımı. Zor...

22 Ekim 2010 Cuma

İlkem..

Bizim komşumuzun "Embesilleri anımsatan" bir torunu var, İlkem. İlkeme komşumuz bakıyor. Yani her gün bir kaç adım uzağımda. Bizi ziyarete geldiği zaman -komşumuzla birlikte- zoraki gülümsemelerim hiç inandırıcı görünmüyor biliyorum. Ama elimde değil. İnsan kulaklarını ıssırarak koparmak istediği birini en fazla ne kadar seviyor görünebilir ki? Değil mi?

19 Ekim 2010 Salı

Like a "Butterfly"

Ne güzeldi yine yan yana olmak.. Sen, ben bitmeyen şarkı..
Hoşgeldin meleğim. Şiroş'umu armağan ettin. Sonsuz teşekkürler sana..

16 Ekim 2010 Cumartesi

Kıvılcımsal Sekmeler.

Her gün bir basamak daha yükseldiğim hayatımda, kurduğum hayallerin bir kademe daha yükseldiğini farkettim. Yazık ki diğerleri gibi gerçekleştiğinde bunlar da, sıradan şeyler olacaklar. Ulaşılması kolay olanları sevmem. Mazoşist miyim ne? Tırmalamaktan yorulmak kimin hoşuna gider ki?

14 Ekim 2010 Perşembe

Yazma Potansiyeli Taşımadığım Bir Günden Zırvalıklar.

Çok şey yapmak geliyor içimden hep. Aşık olmak daha fazla mesela.Ya da kimsesiz bir dağın tepesine çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak. Hiç bilemedin kusana kadar aynı şarkıyı dinlemek.
Çalıntı yaşamlardan sarhoş naralarına kadar çok şeye şahit oldum. Büyümedim ama ukalayım, yeter! Dostlarımı seviyorum ve iyi ki var ailem. Birde İspanya... Canlanan herşeyin görüntü kalitesi gözümde her geçen gün bir piksel daha artıyor. Artık hayallerim daha net, gerçeğe daha yakın. "Full hd" kalitesiyle bakıyorum hayatıma uzaktan yabancı gözlerle. Ne hoş manzaralar. Daha dün çocuktuk, bugün hayal kuracak yaşa geldik. Yaşamlarımızı yönetecek kadar büyüdük bir anda.
En büyük korkum yalnız kalmak. Ama insan kaybetmek korkutmuyor beni. Düşündüklerimi saklayamam genetikle alakalı. Her şey gibi bu da tuhaf. İnsanlar...
En garibi de güneşin her gece tepemde doğması...

7 Ekim 2010 Perşembe

'Hayatın Kıstasları'

'Küçükken' annem ne zaman ev temizleme olayına girişse kedi gibi eteğinden ayrılmazdım. Hele de süpürme faslında. Yakınına kıvrılır o evin basılmayan yerlerine bile değen süpürgenin pis ucunu yanağıma yaklaştırmasını beklerdim. Gerçekleşince içim gıdıklanır, gözlerimi kapatıp gülümser ve tekrar yapması için en buruk bakışlarımı gönderirdim baktığı yerlere.
'Küçükken' saklambaç oynardık sitedeki gençlikle. Ben hep en akıllı rolünü oynar, saklanılabilecek en ücra köşeye saklanır, herkesin çıkmasını beklerdim. Benden önce biri ebelenirse oyun yine başa sarardı. Bunun için arabamızın altı en uygun yerdi. Bunu hiçbir zaman kimse bilmedi.
'Küçükken' evimizin arka tarafı alabildiğine boş araziydi. Kurumuş dalların üzerine konan yusufçukları kuyruklarından yakalar, minik delikler açtığımız pet şişelere koyardık. Evlerimize dağılırken de azad etmezdik o zavallıcıkları. Her birimiz annelerimize kocaman sevinçlerle anlatır, hediye ederdik ölümüne dakikalar kalmış yusufçukları.
'Küçükken' de çok severdim kurbağaları. Önce yakalar, sonra öper, sonra da ameliyat ederdik çevre duvarının üstünde. Ben biriktirip annaneme götürmüştüm bir keresinde "Bunları senin bahçene gömebilir miyim?" diye sormak için. Kokuşmuş kurbağacıklarımı hunharca bahçeye fırlatmışlardı pisiler yesin diye.
'Küçükken' "Dansözcülük" oynardık yola bakmayan bahçemizde. Bir kişi orkestra seçilir, geri kalan 3-4 kız üstümüzdeki t-shirt'ü kıvırıp, buruşturup, yakadan sokup, alttan çekerek dansöz giysisi yapar ve oynardık orkestra eşliğinde. Melodisi hala aklımda. Azize... En güzelimiz orkestranın jüri olmasıyla seçilir, hergün birimizin egosu tavan yapardı.
'Küçükken' herşey çok güzeldi. Günlükler, hatıra defterleri, ilk aşklar, sene sonunda boş yer kalmayana kadar imza attırılan gömlekler... Hayal kırıklıkları da güzeldi, yenilen fırçalar da. Her yaşın ayrı güzelliği var da, geçmişi hatırlayınca tuhaf bir burukluk duyuyor insan.
Her yeni güne gözlerini yeni bir "Umut"la açan kardeşim, hayatın hep Umut'lu olsun...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Aşk Taşkını.

Yalnız iletişimde olmak bile güzel. Artık bende yeri olduğunu bilmesi, bunun ağırlığından çöken omuzlarıma ilaç gibi geldi. Anlaşamıyor olsak da anlaşmaya çalışıyor olmak eğlenceli...
Bu gece yeniden bilgisayarımın karşısına geçtiğimde bir atasözü çınladı kulaklarımda:"İtin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı." Kendime it demem pek hoş olmasa da -ki zaten demedim sadece kulaklarımda çınladı- söz konusu insan kişisi "O" olunca mizah anlayışım şekillendi. Kendimle alay ettim bugün.
Uzun süredir değişimsiz olan sıradışı yaşantıma oldukça hoşgelen "O" bir çok şeyi de beraberinde getirdi. Mutluyum sebepsiz bu aralar. En aptalından bir sırıtış eksik değil dudaklarımdan. Sesi kötü olduğu halde alkışlanan bir şarkıcı ya da çabalamadan "Ödül Şekeri" almış bir ufaklık kadar taşkın içim. Her gün birbirinin aynı olan dünyamda, her yeni gün başka bir olay kovalıyor gibi geliyor.
Ne gariptir ki bazı geceler oturup blog yazmak ritüelim hala aynı.
Pişman değilim söylediğime. Aşk nesnesi olmak gurur verici olsa gerek...

4 Ekim 2010 Pazartesi

"Ben-Sen... BiZ!"

Aslında kelimeler bazen çok şey demek. Ya da herşey. İyi kullanılmış kelimeler, anlamlı cümleler olur çünkü. Kötüleriyse kötü kalır akılda. İyi izlenim yaratmaz.
Yapacak öyle çok abukluk var ki hayatımda. Anlamsız kelimeleri tilkilerimle beraber ayrıştırıp kütleler haline getiriyoruz. Sonra da her birine yeni sınıflar açıp barındırıyoruz orda. Sarfedenlere de düşünülme imkanı sağlıyoruz. Sebepsiz ve gereksiz yere.
Ya kendimi kapatsam? Konuşmasam kimseyle? Hem o zaman gerek kalmaz yersiz takıntılara, fazlalıklara, haşerelere. Yapacak daha farklı abukluklar bulsam kendime, kaybettiğim huzurumu bulsam, hiç karışmasam kimliksiz kişilere...
Yok! Hayatımda somut varlıklara, dokunabildiğim, herkesin gördüğü canlı varlıklara yer yok! Mutsuz ediyorlar beni. Kırıp, yıkıyorlar bir anda yaşattığım en büyük servetim olan sessizliğimi. İstemiyorum, sevmesin kimse beni. İçimdeki sessizliğin sesinde bulurum ben kendimi. Dinlerim, toparlarım dağılan her hücremi...